23 Şubat 2014 Pazar

Turgut Cansever: Tanıyan Var mı?

23 Şubat 2014

Beş yıl önce kaybettiğimiz Turgut Cansever  kullanışlı, ekonomik ve geleneği yaşatmaya çalışan bir mimari arayışı temsil eder. Cansever’i kendi devrinde üstün ve önemli kılan ön plandaki sanatçı karakteridir
Dün, Turgut Cansever’in ölümünün beşinci yıldönümüydü. Cansever uzun ve verimli bir ömrün sonunda 88 yaşında, 22 Şubat 2009’da vefat etti.
20’nci yüzyıl Türk mimarlığı, doğrusu özgün bir mimari ekol sayılamaz. Yüzyılın başında ve 19’uncu yüzyıl sonunda bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı Türkiye’sinde de (Anadolu; Rumeli’de Selanik, Makedonya, Yanya; Suriye’de Halep, Şam; Lübnan’da Beyrut; İsrail’de Kudüs, Yafa) neo-klasik bir mimari ekol hâkimdi. Türk mimarları klasik Selçuklu-Osmanlı yapılarından türeme bir yorumla Avrupa’daki neo-Gotik ve neo-Rönesans ve Bizantino-Morik denen neo-klasik yapılara paralel bir mimari tarz geliştirmeye çalıştılar. Mimar Kemaleddin, Ankara’da Koyunoğlu’nun yapıları (üçüncü tiyatro ve etnografya müzesi) bunun örnekleri...
Neo-klasik Türk mimarisinde cephe ve biçim pekâlâ hoşumuza giden, bizi ayrı bir dünyaya götüren, başarılı denemelerdir. Ama bu mimarinin eserin gelecekteki bakımı, malzemesinin temini yönünden yarattığı güçlükler yanında çok pahalı olduğu ve ekonomik bir kullanım sunamadığı açıktır. Kısa zamanda yerini yurt dışından gelen Bruno Taut, Arnold Egli, Holzmeister gibi mimarlar ve onların talebelerine bırakan bir mimari başkentten etrafa yayıldı.

TTK kütüphanesinde çalışmak bir zevkti
1950’ler ve 60’lar döneminin mimarları içinde Turgut Cansever hem kullanışlı, hem ekonomik hem de geleneği yaşatmaya çalışan bir mimari arayışı temsil eder. Öğrenim gördüğü mimar Sedat Hakkı Eldem’dir. Turgut Cansever’i devri içinde üstün ve önemli kılan ön plandaki sanatçı karakteridir. Maalesef çizgi çizmeyi bilmeyen ve desen çalışmayan mimarların ortasında Cansever bu nedenle halen anılan ve aranan bir mimari ustasıdır.
Hayatında tersim ettiği eserlerin içinde en çok Türk Tarih Kurumu (TTK) binasını tanıyorum. Bir bilim kalesi gibi görünen, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin yanı başında Bruno Taut’a hem hayran hem de onunla iddialaşan bir eserdir. Binaya adım atınca o vakte kadar hemen hiç görünmeyen bir modelle karşılaşırsınız. Selçuklu medreselerinden birine girmiş gibisinizdir.
Bu mekanın şekillendirilmesi, Osmanlı Türkiye’sinin taşra mimarisine ait kafesler ve yan sofalarla desteklenir. O vakte kadar görünmeyen bir mimarın ciddiyeti vardır. Katiyen klasiğin kopyası olmayan ve mimarın kendi tersiminin ürünü masalar, koltuklar, sandalyeler, kütüphaneyi ve çalışma odalarını süsler. TTK’nın kütüphanesinde çalışmak bir zevkti. Hiçbir yerde bir masanın başında saatlerce bu kadar keyifle, ışıklandırma ve ortopedik yönden rahatlıkla oturamazsınız.
Mimarın hayatındaki talihsizliklerden birisi Beyazıt Meydanı’dır. Ana tasarım onun değildir. Herkes bir tarafından meydanı berbat edince Turgut Bey göreve çağrılmıştır. Aslında geniş mimari komplekslerde ne kadar başarılı olduğu Karatepe Açık Hava Müzesi yani Hitit merkezinin restorasyon ve düzenlenişinde, ODTÜ kampüsünün düzenlenmesinde görülür. Bodrum’daki Ertegün Evi’nin restorasyonu ise klasik taşra mimarisinin adamakıllı incelendiğini ve özgün bir yaratıcılık uygulandığını, ucuzculuk ve gösterişten uzak bir tevazunun mimara en lazım şey olduğunu gösterir. Bu tevazu onun üç kere Ağa Han ödülü almasına mani olmadı ve hatta o ödüle ün ve değer kazandıranlardandır.

Akademik anlamda bir sanat tarihçisi
1981 yılında Viyana Üniversitesi’nde hocalık yaptığım sırada, bölüm sekreteryası beni birinin aradığını söyledi. Turgut Bey’in güler yüzüyle karşılaştım. Oturduk, uzun uzun dertleştik. Zigetvar’daki Kanuni kompleksinin restorasyonu için Macar hükümetinin onu çağırdığını böylelikle öğrendim.
Cansever, akademik anlamda bir sanat tarihçisiydi. Maalesef mimariyi iyi bilme ve sanat tarihini öyle yapma gereği Turgut Bey’den sonra ne kadar anlaşılmıştır, pek bilinemez. “Mimar Sinan” kitabı onun mimari yorumlarının ve mimari gelenek üzerindeki düşüncelerinin yer aldığı bir çalışmadır. Velud bir mimar ve yazardı. Belki de en kızgın ve çarpıcı sözü; “Biz Sinan’a bakmaktan korkuyoruz çünkü o kadar sefiliz ki” olmuştur.
Bir toplantıda Profesör Kemali Söylemezoğlu’nun “Galata Köprüsü eski eserdir ama kötü bir eski eserdir” sözünü Turgut Bey ayakta alkışlayarak tasdik etti. İTÜ’nün ve Akademi’nin hocaları içinde koyu eski eser düşkünleri var, eski eser düşkünü olmayanlar daha çok ve eski eserden hiç hoşlanmayanlar da var. Aslolan mimari camiamız içinde Turgut Cansever gibi eski eseri yakından tanıyıp o ustaların elini öpmeyi bilen adamların bulunmasıdır.
Cansever’lere ihtiyacımız var
Bugün geleneksel unsurlardan istifade ettiğini iddia eden bir mimar grubu var; bunların iddialarından ne kadar uzak olduklarının en hazin örneği Haliç Metro Köprüsü oldu. Üzerindeki garip kule taklitleri adeta Süleymaniye’nin minareleri ile yarışıyor. Şehrin silüetini her an düşünen Mimar Sinan’ın torunları, İstanbul’un silüetini gökdelenler ve bu gibi eserlerle mahvediyor. Bizim daha çok Cansever’lere ihtiyacımız var.

kaynak: Milliyet Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder