24 Aralık 1994 / YALÇIN ÇETINKAYA
Eskiden güzel şarkılar vardı. Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla; cumbalı ahşap evleriyle, kibar insanlarıyla eski Istanbul, hep güzel şarkılar söylerdi. Çünkü o şarkılara konu olacak güzel bir hayat yaşanıyordu. Istanbul zaten bir "Şarkılar şehri" idi. Ama bugün artık o güzel Istanbul da bitti, güzel şarkılar da.
"Abone" isimli pop müzik parçası, üç dil bilen zengin delikanlıya gönül vermiş bir genç kızın tertemiz aşk hikâyesini anlatmıyordu.
Aslında ne öyle şarkılara konu olacak türden aşk kalmıştı toplumda, ne de sevgili. Genç kızların artık; "Evleneceğin erkeğin kalbine değil cebine bakacaksın, aşk karın doyurmuyor" tavsiyeleriyle büyütüldüğü bir sosyal ortamda yaşıyorduk. Devir, ekonomi devriydi. Her şey gibi aşkın da "ekonomik" olanı muteberdi. "Homo ekonomikus" için önemli olan paraydı zaten. Gerçek aşk tarihe karışmıştı.
"Cânını cânâna vermektir kemâli âşıkın / Vermeyen can itiraf etmek gerek noksânın" diyen aşk şarkıları bitti. Şarkılardan önce, Osmanlı'nın o ince zevkli, zerâfet sahibi insanları bitmişti. Şimdi "Hepsi senin mi?", "Yatağıma gel", "Bandıra bandıra ye beni!" diye basbas bağıran, "cinsellik" temasının bolca işlendiği seviyesiz şarkılar başladı. Şarkılardaki bu değişim, bir anlamda toplumdaki değişimi de yansıtıyordu. Şarkılar da toplumla birlikte değişiyor; toplumda ne varsa, şarkılar da onu söylüyordu. Toplumdaki yozlaşma, ifadesini artık şarkılarda buluyordu.
Nitekim Türk hafif müziği şarkıcısı Neco da, Aksiyon'a "Bilgisizlik ve düzensizliğin had safhada olduğunu, toplum olarak nasıl bir kültürel geçmişe sahip olduğumuzu bilmediğimizi ve bu müziklerin de bizi söylediğini" belirtiyordu.
Türkiye toplumu, cumhuriyet tarihi boyunca güzel şarkılar söylemiyor. Şarkının bitişi, yeni değil. Gerek arabesk ve gerekse onun bir versiyonu olan pop müzik, köyden kente göç eden, sonra da kent kültürüne ayak uyduramayıp bir kimlik bunalımı yaşayan kitlelerin müziği değil sadece.
Evet, köyden kente göç, önemsiz bir olgu değil. Ama son yıllarda yaşanan bu çarpık kültürel gelişmelerin sebebini yalnız başına göç olgusunda aramak da tartışılması gereken bir konu. Çünkü Cumhuriyet'ten sonra bir medeniyetin başkenti olma özelliğini kaybeden Istanbul'un, köyden kente göç eden kitlelere sunabilecek pek bir şeyi de kalmamıştı. Istanbul, Istanbulluğunu kaybetmişti. Dolayısıyla, göç eden kitlelerin öyle büyük kültürel bunalım yaşamalarını gerektirecek bir sosyal ortam yoktu. Istanbul'un adı kalmıştı sadece. Ayrıca, 60'lı yıllarda hafif Batı müziği şarkılarına Türkçe sözler yazarak, bir anlamda bugünün zeminini hazırlayan ve pop müziğin öncüleri sayılabilecek kimseler, böyle bir göç süreci yaşamamış; hepsi kentsoylu kimseler idi ve hatta Galatasaray Lisesi, Robert Koleji gibi Istanbul'un en iyi öğretim kurumlarında yetişmiş insanlardı. Bunun yanında, bugün o seviyesiz pop müziğini üretenler ya bir konservatuvar bitirmiş, ya da çeşitli mûsıkî cemiyetlerinde müzik eğitimi görmüş kimseler. Örneğin Tarkan, Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti'nde yetişmiş. Vitamin topluluğunun bütün elemanları, konservatuvar bitirmiş. Burak Kut, Güzel Sanatlar Lisesi mezunu. Daha birçok pop müzik şarkıcısı, iyi kötü bir müzik eğitimi almış. Yani Türkiye'de yaşanan bu kültürel kırılma, ne tamamen köyden kente göç ile ilgili, ne de 80'den sonra gerçekleştiği söylenen "hızlı değişim" süreciyle! Daha eskilere, Cumhuriyet'in başlangıç yıllarına kadar uzanan bu değişim süreci, 80'den sonra birden bire ortaya çıkmış bir şey değildir. Nitekim Cumhuriyet devrimlerini "Metamorfoz" (hızlı değişim) olarak isimlendiren gazeteci Refik Erduran, bu konuda bir televizyon belgeseli de hazırlamıştı. Türk toplumu, resmi devlet politikası olarak başlatılan değişim programı sayesinde, yüzyıllardır sahip olduğu kültürel değerleri de yitirmeye başladı.
80'li yıllar, aslında Türk toplumu adına her şeyin yeniden başladığı değil, yetmiş yıl kadar önce hazırlanan değişim programının hız kazandırıldığı yıllar olarak değerlendirilmeli. Bu değişimin izlerini, son yıllarda yükselen pop müzikte görebilmek mümkün. Çıkara dayalı ilişkiler, sahte aşklar, seviyesizlik, olduğu gibi pop müziğe yansımış neredeyse. Deyim yerindeyse pop müzik, Türkiye'nin hikâyesini anlatıyor. Belki bunun için, besteci Onno Tunç'un ifadesiyle üç dakikada tüketiliveren ve sanat eseri olmakla hiçbir ilgisi bulunmayan bu müzik tarzı, büyük ilgi görüyor. Çünkü pop müziğe rağbet edenler, o şarkılarda bir anlamda kendilerini buluyorlar, söylemek istedikleri şeylerin pop müzikçiler tarafından söylendiğini görüyorlar. Galiba pop müzik, sayıları giderek artan bir kitlenin hislerine tercüman oluyor. "Bandıra bandıra ye beni!", "Kız hepsi senin mi?", "Yaparım bilirsin", "Yatağıma gel" gibi sözleri içeren Türk popu, derdini bir zamanlar tuvalet duvarlarına döken iletişim özürlü kitlenin yeni iletişim biçimi. Toplum değişiyor, şarkılar da değişiyor. Ama kesin olan şu ki, Türk popu olarak adlandırılan şey, özgürlükten çok belli bir seviyesizliği yansıtıyor.
Son dönemde özellikle gençlerin dilinden düşmeyen o tuhaf ve hiçbir müzik kalitesi olmayan pop müzik parçaları, "Kültürel sefalet"in göstergesi. Frankfurt okulunun önemli temsilcilerinden Theodor Adorno'ya göre popüler müzikteki bu kötü durum, ileri kapitalist toplumlardaki tüketici zevkinin yozlaşmasını yansıtır ve bu yozlaşmayı destekler. Örneğin, standartlaşmış otomobil üreten montaj fabrikası, aynı zamanda bıkkın, duygusal bakımdan uyuşmuş ve edilgin işçiyi de üretir.
Türkiye'de son yıllarda üretilen bütün pop müzik şarkıları birbirine benziyor. Bu müzik türü, toplumdaki çok renkliliği, çok sesliliği de yok ediyor aslında. Bu tek tip şarkılar, "tek tip kişilikler" üretiyor. Herkes aynı şarkıları dinlemekten, aynı şarkıcıyı taparcasına sevmekten zevk alıyor. Tek tip dinleyici, birbirine benzemekten çok mutlu. Bu durumdan, yapımcısından şarkıcısına pop müzik üreticileri de memnun olmalılar, çünkü "tek tip dinleyici" sayısı ne kadar artarsa, satış da o kadar artacak demektir. Nitekim böyle de oldu. Tarkan'ın ikinci kaseti l5 günde tam 700 bin sattı. Son günlerde yükselişe geçen Mustafa Sandal'ın kasetleri de yok satıyor.
Aktüalite ve popüler kültürün, kendisini satış üzerine konumlandırdığı günümüzde, her şey gibi müzik de metalaşmaktan nasibini aldı. Satışı sağlamak üzere yapılan hiçbir şey yanlış karşılanmıyor müzik tüccarlarınca. Seviyeyi düşürmek pahasına da olsa!
* * *
Eskiden güzel şarkılar vardı. Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla; cumbalı ahşap evleriyle, kibar insanlarıyla eski Istanbul, hep güzel şarkılar söylerdi. Çünkü o şarkılara konu olacak güzel bir hayat yaşanıyordu. Istanbul zaten bir "Şarkılar şehri" idi. Ama bugün artık o güzel Istanbul da bitti, güzel şarkılar da.
Aslında ne öyle şarkılara konu olacak türden aşk kalmıştı toplumda, ne de sevgili. Genç kızların artık; "Evleneceğin erkeğin kalbine değil cebine bakacaksın, aşk karın doyurmuyor" tavsiyeleriyle büyütüldüğü bir sosyal ortamda yaşıyorduk. Devir, ekonomi devriydi. Her şey gibi aşkın da "ekonomik" olanı muteberdi. "Homo ekonomikus" için önemli olan paraydı zaten. Gerçek aşk tarihe karışmıştı.
"Cânını cânâna vermektir kemâli âşıkın / Vermeyen can itiraf etmek gerek noksânın" diyen aşk şarkıları bitti. Şarkılardan önce, Osmanlı'nın o ince zevkli, zerâfet sahibi insanları bitmişti. Şimdi "Hepsi senin mi?", "Yatağıma gel", "Bandıra bandıra ye beni!" diye basbas bağıran, "cinsellik" temasının bolca işlendiği seviyesiz şarkılar başladı. Şarkılardaki bu değişim, bir anlamda toplumdaki değişimi de yansıtıyordu. Şarkılar da toplumla birlikte değişiyor; toplumda ne varsa, şarkılar da onu söylüyordu. Toplumdaki yozlaşma, ifadesini artık şarkılarda buluyordu.
Nitekim Türk hafif müziği şarkıcısı Neco da, Aksiyon'a "Bilgisizlik ve düzensizliğin had safhada olduğunu, toplum olarak nasıl bir kültürel geçmişe sahip olduğumuzu bilmediğimizi ve bu müziklerin de bizi söylediğini" belirtiyordu.
Türkiye toplumu, cumhuriyet tarihi boyunca güzel şarkılar söylemiyor. Şarkının bitişi, yeni değil. Gerek arabesk ve gerekse onun bir versiyonu olan pop müzik, köyden kente göç eden, sonra da kent kültürüne ayak uyduramayıp bir kimlik bunalımı yaşayan kitlelerin müziği değil sadece.
Evet, köyden kente göç, önemsiz bir olgu değil. Ama son yıllarda yaşanan bu çarpık kültürel gelişmelerin sebebini yalnız başına göç olgusunda aramak da tartışılması gereken bir konu. Çünkü Cumhuriyet'ten sonra bir medeniyetin başkenti olma özelliğini kaybeden Istanbul'un, köyden kente göç eden kitlelere sunabilecek pek bir şeyi de kalmamıştı. Istanbul, Istanbulluğunu kaybetmişti. Dolayısıyla, göç eden kitlelerin öyle büyük kültürel bunalım yaşamalarını gerektirecek bir sosyal ortam yoktu. Istanbul'un adı kalmıştı sadece. Ayrıca, 60'lı yıllarda hafif Batı müziği şarkılarına Türkçe sözler yazarak, bir anlamda bugünün zeminini hazırlayan ve pop müziğin öncüleri sayılabilecek kimseler, böyle bir göç süreci yaşamamış; hepsi kentsoylu kimseler idi ve hatta Galatasaray Lisesi, Robert Koleji gibi Istanbul'un en iyi öğretim kurumlarında yetişmiş insanlardı. Bunun yanında, bugün o seviyesiz pop müziğini üretenler ya bir konservatuvar bitirmiş, ya da çeşitli mûsıkî cemiyetlerinde müzik eğitimi görmüş kimseler. Örneğin Tarkan, Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti'nde yetişmiş. Vitamin topluluğunun bütün elemanları, konservatuvar bitirmiş. Burak Kut, Güzel Sanatlar Lisesi mezunu. Daha birçok pop müzik şarkıcısı, iyi kötü bir müzik eğitimi almış. Yani Türkiye'de yaşanan bu kültürel kırılma, ne tamamen köyden kente göç ile ilgili, ne de 80'den sonra gerçekleştiği söylenen "hızlı değişim" süreciyle! Daha eskilere, Cumhuriyet'in başlangıç yıllarına kadar uzanan bu değişim süreci, 80'den sonra birden bire ortaya çıkmış bir şey değildir. Nitekim Cumhuriyet devrimlerini "Metamorfoz" (hızlı değişim) olarak isimlendiren gazeteci Refik Erduran, bu konuda bir televizyon belgeseli de hazırlamıştı. Türk toplumu, resmi devlet politikası olarak başlatılan değişim programı sayesinde, yüzyıllardır sahip olduğu kültürel değerleri de yitirmeye başladı.
80'li yıllar, aslında Türk toplumu adına her şeyin yeniden başladığı değil, yetmiş yıl kadar önce hazırlanan değişim programının hız kazandırıldığı yıllar olarak değerlendirilmeli. Bu değişimin izlerini, son yıllarda yükselen pop müzikte görebilmek mümkün. Çıkara dayalı ilişkiler, sahte aşklar, seviyesizlik, olduğu gibi pop müziğe yansımış neredeyse. Deyim yerindeyse pop müzik, Türkiye'nin hikâyesini anlatıyor. Belki bunun için, besteci Onno Tunç'un ifadesiyle üç dakikada tüketiliveren ve sanat eseri olmakla hiçbir ilgisi bulunmayan bu müzik tarzı, büyük ilgi görüyor. Çünkü pop müziğe rağbet edenler, o şarkılarda bir anlamda kendilerini buluyorlar, söylemek istedikleri şeylerin pop müzikçiler tarafından söylendiğini görüyorlar. Galiba pop müzik, sayıları giderek artan bir kitlenin hislerine tercüman oluyor. "Bandıra bandıra ye beni!", "Kız hepsi senin mi?", "Yaparım bilirsin", "Yatağıma gel" gibi sözleri içeren Türk popu, derdini bir zamanlar tuvalet duvarlarına döken iletişim özürlü kitlenin yeni iletişim biçimi. Toplum değişiyor, şarkılar da değişiyor. Ama kesin olan şu ki, Türk popu olarak adlandırılan şey, özgürlükten çok belli bir seviyesizliği yansıtıyor.
Son dönemde özellikle gençlerin dilinden düşmeyen o tuhaf ve hiçbir müzik kalitesi olmayan pop müzik parçaları, "Kültürel sefalet"in göstergesi. Frankfurt okulunun önemli temsilcilerinden Theodor Adorno'ya göre popüler müzikteki bu kötü durum, ileri kapitalist toplumlardaki tüketici zevkinin yozlaşmasını yansıtır ve bu yozlaşmayı destekler. Örneğin, standartlaşmış otomobil üreten montaj fabrikası, aynı zamanda bıkkın, duygusal bakımdan uyuşmuş ve edilgin işçiyi de üretir.
Türkiye'de son yıllarda üretilen bütün pop müzik şarkıları birbirine benziyor. Bu müzik türü, toplumdaki çok renkliliği, çok sesliliği de yok ediyor aslında. Bu tek tip şarkılar, "tek tip kişilikler" üretiyor. Herkes aynı şarkıları dinlemekten, aynı şarkıcıyı taparcasına sevmekten zevk alıyor. Tek tip dinleyici, birbirine benzemekten çok mutlu. Bu durumdan, yapımcısından şarkıcısına pop müzik üreticileri de memnun olmalılar, çünkü "tek tip dinleyici" sayısı ne kadar artarsa, satış da o kadar artacak demektir. Nitekim böyle de oldu. Tarkan'ın ikinci kaseti l5 günde tam 700 bin sattı. Son günlerde yükselişe geçen Mustafa Sandal'ın kasetleri de yok satıyor.
Aktüalite ve popüler kültürün, kendisini satış üzerine konumlandırdığı günümüzde, her şey gibi müzik de metalaşmaktan nasibini aldı. Satışı sağlamak üzere yapılan hiçbir şey yanlış karşılanmıyor müzik tüccarlarınca. Seviyeyi düşürmek pahasına da olsa!
* * *
Eskiden güzel şarkılar vardı. Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla; cumbalı ahşap evleriyle, kibar insanlarıyla eski Istanbul, hep güzel şarkılar söylerdi. Çünkü o şarkılara konu olacak güzel bir hayat yaşanıyordu. Istanbul zaten bir "Şarkılar şehri" idi. Ama bugün artık o güzel Istanbul da bitti, güzel şarkılar da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder