Sakala ve bıyığa dair | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bizde nedense Avrupalılık deyince matruş surat anlaşılır. Halbuki yüzlerini hatırı sayılır sakal ve bıyıklarla donatmış nice has Avrupalı vardır ki saymakla bitmez. Nietzsche'nin bizim Bektaşi bıyığını aratmayacak bıyığına ne buyrulur? Ya Marx'ın, Tolstoy'un ve Bernard Shaw'un ihtişamlı sakalları, Schweitzer'in ve Einstein'in pos bıyıkları, Salvador Dali'nin sivrilterek yukarı doğru büktüğü muzip bıyık? Düşünebiliyor musunuz, bu büyük adamlar hayatta olsalardı, Türkiye üniversitelerinde değil hocalık yapmak, kapılarına bile yanaştırılmazlardı. Sakal ve bıyık biçimi insanların bağlı oldukları grup ve dünya görüşü hakkında fikir verir, dolayısıyla az çok farklılığı ve çeşitliliği yansıtır. Sünneti şerife üzere dudakları açıkta bırakan âdeta bıyık, ağzı neredeyse örten Bektaşi bıyığı, Stalinvâri pos bıyık, Hitlervâri badem bıyık, uçları aşağı sarkan ülkücü bıyığı, sahibini derhal ele veren cinsten bıyıklardır. Karanfil bıyık, kaytan bıyık, pala bıyık, burma bıyık, yastık bıyık, pis bıyık, kırpık bıyık, akrep kıskacı bıyık, dudak örten bıyık, ak bıyık, tavşan bıyık, teke bıyık, fırça bıyık, keçiboynuzu bıyık, Douglas bıyık vb. gibi daha nice bıyık türleri vardır ki, sahibinin kişiliğine ve eğilimlerine dair ipuçları taşır. Bunun için sakal ve bıyık düşmanlığı, bana tek tip insanlardan oluşan itaatkâr bir toplum yaratma projesinin sonuçlarından biri gibi görünüyor. Atalarımız, tek tip insan yaratmak gibi bir kaygı taşımasalar da, erkeğin sakalsız ve bıyıksızını ciddiye almazlardı. Erkekliğe geçişin ilk adımı sünnet, ikinci adımı ise bıyık ve sakal bırakmaktı. Ve sakalın sık, seyrek, kısa, uzun vb. oluşuna bakarak karakter tahlilleri yaparlardı. Kıyafetnâme kitaplarına inanmak gerekirse, köseler hilekâr ve düzenbazdı; seyrek sakallıları ise ciddiye almamak gerekirdi. XVI. yüzyıl şairlerinden Köse Meâlî, Şuara tezkirelerindeki kayıtlara göre, sakal bıyık fukarası olduğu için müderrisliğe lâyık görülmedi, halbuki ilim irfan sahibi bir adamdı. Tuhfetü'lHattatin müellifi Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi'nin sakalı da seyrekliği (hiffeti lihye) yüzünden liyâkatına rağmen, girdiği rüus imtihanında başarısız sayıldı. Sakal kurbanlarından biri de, Tanzimat devrinin ünlü isimlerinden Şinasi idi. Ahmed Cevdet Paşa'nın Tezâkir'de anlattığına göre, "Meclisi maârif azasından Şinasi Efendi sakalını tıraş etmiş olduğu halde meclise gelmiş olduğundan rütbesi ref' ile meclis âzâlığından tard" olunmuştu. Bir Osmanlı'nın, hangi gerekçeyle olursa olsun, erkeğin alameti fârikası ve tabii süsü olan sakal ve bıyığı keserek çirkinleşmeyi tercih etmesi düşünülemezdi. Ömer Seyfettin, Kesik Bıyık adlı hikâyesinde, bir gencin bıyıklarını modaya uyarak kısaltıp incelttikten sonra başına gelenleri anlatır. Bazı sufilerin başta sakal ve bıyık olmak üzere, vücutlarındaki bütün kılları tıraş etmeleri, kendilerini bu süslerden mahrum etmek, yani dünya ilgilerinden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre, sakal kesmek "Dünya süsünü bıraktım", bıyık kesmek de "Ben varlığımdan geçip çirkin görünüşlü olmayı kabul ettim" demekti. Bu anlamlardan yola çıkarak Cevlâkîlerin hayat felsefesine ulaşmak mümkündür. Cevlâkîler, bilindiği gibi, vücutlarındaki bütün kılları tıraş eden Kalenderî tâifesidir. Bugün de kullandığımız cavlak, cascavlak lâfları oradan gelir. Mesnevi'den hoş bir hikâye nakletmenin şimdi tam sırası: Gülyağı satan bir adamın güzel bir papağanı varmış; tatlı diliyle bol müşteri çekermiş. Bir gün efendisi yokken, kedinin biri bir farenin peşinden dükkâna dalınca zavallı papağan ürkmüş, can havliyle kaçmaya çalışırken oraya buraya çarparak bütün gülyağı şişelerini kırmış. Dükkân sahibi döndüğünde bu hali görünce fena halde öfkelenip bir vuruşta duducağızın bütün tüylerini dökmüş. Papağan o gün susmuş ve aylarca hiç konuşmamış. Bir gün dükkânın önünden saç, sakal, kaş, bıyık ne varsa, hepsini tek kıl kalmamacasına tıraş etmiş bir cevlâkînin geçtiğini görünce birden dile gelen papağan şöyle seslenmiş: "Hey kel, yoksa sen de benim gibi gülyağı şişelerini mi kırdın?" Evet, sakal ve bıyık bir zamanlar çok önemliydi ve Tanzimat'tan sonra bile özellikle devlet dairelerinde matruş suratlı birini görmek mümkün değildi. Matruş yabancılara bile pek rastlanmazdı. Sermet Muhtar Alus, İstanbul sokaklarında görülen ilk matruş yabancının Alman asıllı Blum Paşa olduğunu söyler. Osmanlı kıyafetiyle dolaştığı için onu görenler hayretle bakar, "Herhalde akağalardan olacak!" derlermiş. Bilindiği gibi, siyâhî olmayan harem ağalarına "akağa" denirdi. Başka bir meşhur matruş da Mınakyan kumpanyasının dram aktörü Aleksanyan'mış. Müslümanlardan ilk matruş suratlının Galatasaray Lisesi jimnastik hocası Ali Faik Bey'in felsefe meraklısı kardeşi Ârifî Bey olduğundan söz eden Sermet Muhtar, XIX. asrın diğer meşhur sakalbıyık fukaralarının matruş değil, köse olduklarını söylüyor. Ahmet Rasim'e bakılırsa, Abdülhamid devrinde sakala ve boya bosa ayrı bir itibar vardı. Süvari hafif mızraklı alayından bir askerî kâtip, uzun beyaz sakalı sayesinde kaymakamlığa terfi ettirilmişti. Sakallı Mehmet Paşa'ya lâyık görülen rütbelerde sakalının hatırı sayılır payı vardı. Hünkâr yaverlerinden Faik Bey'in sakalı da öyle. Bir gün bir yemekten sonra, yanında oturan adam muziplik olsun diye sakalını tutup ağzını siliverince, Faik Bey, "Ne yaptın be! Senin ağzını sildiğin bu sakal, benim saadetimin sebebi. Ben bunun sayesinde miralay oldum, daha livâ ve ferik olacağım!" demişti. Meşrutiyet'ten sonraki o çılgın hürriyet ortamında yerli matruşlar da görülmeye başlar. Meşhur aktör Burhanettin bunlardan biridir. Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında sayıları bir hayli artar. Cumhuriyet devri ise sakalın tarihe karıştığı, bıyıkların da yavaş yavaş kazındığı devirdir. Refik Halit Karay, Deli adlı tek perdelik piyesinde, matruş suratları yaşanan büyük değişimin önemli göstergelerinden biri olarak zikretmiştir. Atatürk tarafından affedilmesini sağlayan bu piyeste, Meşrutiyet'in ilanından iki gün önce delirip tam yirmi yıl sonra aklı başına gelen Maruf Bey, gördüğü değişiklikler karşısında hayretten hayrete düşmektedir; kendi zamanında matruş surat yabancılara has olduğu için duvardaki Atatürk fotoğrafını "matruş, yakışıklı bir İngiliz"in fotoğrafı zanneder. Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'nda Atatürk'ün Deli piyesindeki buna benzer cümleleri okurken gözlerinden yaş gelinceye kadar güldüğünü anlatıyor. Cumhuriyet devrinde sakala karşı verilen mücadele çabuk kazanılmışsa da bıyığa karşı kayda değer bir başarı kaydedilmemiştir. Hatta nasıl II. Abdülhamid devrinde Alman İmparatoru II. Wilhelm'in bıyık şekli moda olmuşsa, 1930'larda ve 1940'larda da bütün bürokratlar, saylavlar, bakanlar vb. suratlarını Hitlervâri bıyıklarla donatmışlardır. Maarif Vekili HasanÂli Yücel'inki en gösterişlilerinden biridir, fakat ne yazık ki sonunda kesmek zorunda kalır. Cevdet Kudret'in eşi İhsan Kudret, İhsan Benimle Çalışır mısın? adlı kitabında anlatıyor: Bir gece bütün Ankara sosyetesi Türk Ocağı salonunda bir opera temsilindedir. İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığı locasında yerini almıştır; yanında eşi Mevhibe Hanım, Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Maarif Bakanı HasanÂli Yücel vardır. İkinci perde başlarken kulaktan kulağa bir fısıltı ve yüzlerde gizlenmeye çalışılan bir tebessüm gezinmeye başlar: "HasanÂli bıyıklarını kesmiş!" Rivayete göre, İnönü temsil sırasında "Yahu Hasan şu bıyıklarını kessene!" demiş, o da uzun antraktta Millî Şef'inin emrini yerine getirmiştir. 1943 yılı başlarında, bir gün HasanÂli Yücel'i Ankara Palas'ın büyük salonunda bıyıksız gören Nadir Nadi, "Hayrola üstâd, neden kestin o güzelim bıyıklarını?" diye sorar. Cevap: "Sorma! Millî Şef öyle istedi!" Bu hadiseyi Perde Aralığından (1964) adlı hâtıratında anlatan Nadir Nadi şöyle devam ediyor: "Evet Millî Şef öyle uygun görmüştü. Yalnız HasanÂli'nin değil, başta Başbakan Saraçoğlu, dudağının üstünde erlik belgesi taşıyan bütün hükümet üyelerine bıyıklarını kazımalarını emretmişti. Onlar da bıyık yüzünden istifa edecek değillerdi ya, değişmez genel başkanın emrini yerine getirmişlerdi. Yalnız Suat Hayri Ürgüplü 'Kesersem uğursuz gelecek' gerekçesi ile direnmiş, bıyıklarını kurtarmıştı. Fakat hükümet üyelerinin çehresine bıyık yakıştıramayan Millî Şef, nedense kendisininkine dokunmaya lüzum görmüyordu". Millî Şef'in arzuları istikametinde uygulanan yasak vekillerle sınırlı kalmamış, bütün askerlere ve devlet memurlarına bıyıkları kesme emri verilmiştir. Tarık Buğra, bir yazısında, o yıl, yani 1943 yılında, yedek subaylığını yaparken yönetmeliğe uygun olarak bıraktığı ve özenle baktığı bıyığını kesmemekte direndiği için tam on bir sürgün cezası yediğini anlatır. Matruş surat hâlâ "çağdaş"lığın olmazsa olmaz şartı görülüyor, hâlâ "Bıyıklar kesilecek, kes!" emri verilince usturalar çalışmaya başlıyor; ama aklı başında herkes biliyor ki, sakalını kestiği için Şinasi'yi kovan zihniyetle insanlara zorla sakal bıyık kestiren zihniyet arasında hiçbir fark yoktur. | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
26 Ocak 2014 Pazar
Sakala ve Bıyığa Dair
kaynak: http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/yazar-6093-sakala-ve-biyiga-dair.html
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder