Kolağası Mustafa Kemal Bey
Savaşın içinde büyüdü
“110 yıl önce Erkân-ı Harb Okulu’ndan mezun
olan Mustafa Kemal Bey ve onun kuşağı savaşın içinde büyüdü. Birinci Cihan
Savaşı’nın kurmay subayları genç komutanlardı. Genç yaşta büyük bir tecrübe ve
öngörü sahibi oldular”
Osmanlı Erkân-ı Harb Okulu’ndan 110 yıl
önce bugün önde gelen derecelerden biriyle mezun olan Kolağası Mustafa Kemal
Bey, erkân-ı harb sınıfının üyesi olarak seçkin yerini aldı. Bu rastgele
kullandığımız bir tabir değil; Erkân-ı Harb Okulu, Mesut Uyar ve Edward
Erickson’un deyimiyle tezatlı bir durum olarak, Sultan II. Abdulhamid döneminde
güçlendirilmişti. Harbiye öğrencilerinin ancak yüzde 3-4’ünün ayrıldığı
1948’den beri var olan Erkân-ı Harb sınıfında okuyanlar, hem bilgi hem de
yabancı diller bakımından diğerlerine göre seçkin konumdaydı.
Öğrenciler arasındaki dayanışma ve askeri
konular kadar siyasi tartışmalarda gelecekteki yakın arkadaşlığı sağlardı.
Nitekim Trablusgarb’daki gönüllü katılıma dayanan savunma kadroları, Balkan
Savaşı, özellikle Birinci Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Türkiye’sini kuran
Kurtuluş Savaşı kadroları böyle oluşmuştu.
Mülteci subayların askeri bilgisi
kurmayları etkiledi
Kuşkusuz kurmay sınıfına dahil olmadığı
halde, komutanlık değerini gösteren subaylar da vardı. Kut’ul Amara Savaşı’nın
gerçek mimarı, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu Ordusu’nun komutanı Sakallı Nureddin
Paşa gibileri bu gruptandı ama kural olarak kurmay subaylar 19’uncu yüzyılın
yarısından itibaren Türk ordusunun gözde sınıfıydı. Bilhassa askeri reformların
devam ettiği 1890’lardan sonra kurmay subaylar ordunun öncü grubunu oluşturdu.
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra Osmanlı
İmparatorluğu ordusunu yeniden düzenlerken yapılan en önemli işlerden biri
Mekteb-i Fünun-ı Harbiye-i Şahane’ye 1848 yılında iki sınıfın daha (üçüncü ve
dördüncü sınıflar) Erkân-ı Harbiye sınıfı adıyla ilavesi olmuştur. Bir müddet
sonra bu sınıfların sayısı üçe çıkarıldı. Birtakım dersler ilave edildi.
1890’larda Osmanlı ordusuna gelen
müşavirlerden Kaehler ve ardından gelen von der Goltz Paşa Harbiye ve bilhassa
Erkân-ı Harb sınıflarındaki talebeleri umulmadık derecede bilgili bulmuşlardı:
“Topçu sınıfı adeta yarı mühendisti. Coğrafya ve strateji bilgileri, mekanik
üzerindeki teorileri adamakıllı gelişkindi. Lakin arazideki uygulamaları için
aynı şey söylenemez” diyorlardı. Oysa günlük talim ve tatbikatın yapılması
kaçınılmaz olmalıdır; sözü edilen noksan manevra gibi uygulamalar olmalıydı.
Onların eksikliğinin ise başka nedenleri vardı.
Gerçek şu: Berlin Kongresi’nden sonra Alman
askeri heyetleri II. Abdülhamid idaresi tarafından İngiltere, Fransa ve Rusya
blokuna karşı bir gösteriş için getiriliyordu. Osmanlı subay sınıfı uzun
zamandır, bilhassa Polonyalı ve Macar mülteci subayların zamanında iyi
yetişmeye başlamıştı. Macaristan ve Polonya’nın bize sığınan subayları
Osmanlıydı, Müslüman olmuşlar ve Türklüğü benimsemişlerdi; devlet ve toplumla
daha fazla kaynaşıktılar. Von der Goltz Paşa gibilerinin askeri bilgisi Türk
kurmaylarını çok etkiledi. Ama Esat Paşa, İsmet Bey, Ali Fuat Bey, Kazım
Karabekir, Mustafa Kemal Bey gibi subaylar Alman taraftarı değillerdi ve açıkça
Alman askerlik bilgisini takdir etmekle birlikte fazla abartmadıkları açıktı.
Cihan Savaşı’nı en uzun yaşayan ordu
Türklerinki
Mustafa Kemal Bey ve kuşağı savaşın içinde
büyüdü. Yunan Savaşı’ndaki galebeden sonra seçkin kurmay sınıfına daha çok önem
verildi ve Erkân-ı Harb Okulu’na daha çok talebe alındı. İkinci Meşrutiyet
yıllarında Erkân-ı Harb Okulu, Yıldız Sarayı’nda bugün IRCICA’nın yanında yer
alan Şehzadeler Dairesi’ne taşındı. Şu anda 4. Levent’te bulunuyor.
Birinci Cihan Savaşı’nın kurmay subayları
genç komutanlardı. Bizim devletimiz ve toplumumuz için Birinci Cihan Savaşı
1911 ile 1920 yılları arasını kapsar. Bazıları sadece bir-iki yıl savaşan
Avrupa ordularının aksine Cihan Savaşı’nı en uzun ve yaygın yaşayan ordu
Türklerinkidir. Bu savaşa katılan genç komutanlar “yorgun savaşçı”lardı ama
tecrübeliydiler. Bir bakıma genç yaşta diğer milletlerin yaşlı generalleri
kadar tecrübe ve öngörü sahibi olmuşlardı. Uzun Birinci Cihan Savaşı’nın son
safhasını, yani Kurtuluş Savaşı’nı mareşal rütbesiyle bitiren çağdaş komutanlar
arasında Gazi Mustafa Kemal Paşa kadar bu rütbeyi haklı bir şöhret ve savaş
tarzıyla edinen komutana o devirde az rastlanır.
Külliye mi yoksa kampüs mü?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yıldırım
Bayezid Üniversitesi Esenboğa Kampüsü’nün açılış töreninde; “Kampüs değil
külliye dersek daha isabetli olur” demiş. “Külliye” bugün Arap dünyasında Batı
üniversitelerindeki fakülte karşılığında kullanılıyor. Üniversite karşılığı ise
“camia” diye anılıyor. İranlılar fakülteye “danişgede”, üniversiteye “danişgâh”
dediler. Osmanlı-Selçuki dünyasındaki külliyenin özellikle bugünkü kampüs veya
üniversiteyle ilgisi yok değil ama değişik. Bir büyük camiin etrafındaki
bedesten, imarethane, hamam, medreseler, darüşşifa veya bimaristandan oluşan
büyük bir mimari komplekse külliye denirdi. Medrese veya kütüphane bu
külliyenin içindeki bir unsurdu.
Bizde, kampüsün yerine yerleşke gibi bir
kelimeyi güya buldular. Üniversite veya fakülteden hoşlanılmıyorsa bunun karşılığı
hiçbir şekilde külliye olmamalı, daha geçerli bir tabir aramak lazım ve
Cumhurbaşkanı’na da bu tabir önerilmeli. Doğu dünyasında da Araplardan başka
kimse “külliye”yi kullanmıyor. O da kampüs ve üniversiteyi karşılamayan bir
deyiş.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder