11 Ocak 2015 Pazar

İlber Ortaylı Yazıları-1: Kolağası Mustafa Kemal Bey


Kolağası Mustafa Kemal Bey
Savaşın içinde büyüdü

“110 yıl önce Erkân-ı Harb Okulu’ndan mezun olan Mustafa Kemal Bey ve onun kuşağı savaşın içinde büyüdü. Birinci Cihan Savaşı’nın kurmay subayları genç komutanlardı. Genç yaşta büyük bir tecrübe ve öngörü sahibi oldular”



Osmanlı Erkân-ı Harb Okulu’ndan 110 yıl önce bugün önde gelen derecelerden biriyle mezun olan Kolağası Mustafa Kemal Bey, erkân-ı harb sınıfının üyesi olarak seçkin yerini aldı. Bu rastgele kullandığımız bir tabir değil; Erkân-ı Harb Okulu, Mesut Uyar ve Edward Erickson’un deyimiyle tezatlı bir durum olarak, Sultan II. Abdulhamid döneminde güçlendirilmişti. Harbiye öğrencilerinin ancak yüzde 3-4’ünün ayrıldığı 1948’den beri var olan Erkân-ı Harb sınıfında okuyanlar, hem bilgi hem de yabancı diller bakımından diğerlerine göre seçkin konumdaydı.

Öğrenciler arasındaki dayanışma ve askeri konular kadar siyasi tartışmalarda gelecekteki yakın arkadaşlığı sağlardı. Nitekim Trablusgarb’daki gönüllü katılıma dayanan savunma kadroları, Balkan Savaşı, özellikle Birinci Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Türkiye’sini kuran Kurtuluş Savaşı kadroları böyle oluşmuştu.

Mülteci subayların askeri bilgisi kurmayları etkiledi

Kuşkusuz kurmay sınıfına dahil olmadığı halde, komutanlık değerini gösteren subaylar da vardı. Kut’ul Amara Savaşı’nın gerçek mimarı, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu Ordusu’nun komutanı Sakallı Nureddin Paşa gibileri bu gruptandı ama kural olarak kurmay subaylar 19’uncu yüzyılın yarısından itibaren Türk ordusunun gözde sınıfıydı. Bilhassa askeri reformların devam ettiği 1890’lardan sonra kurmay subaylar ordunun öncü grubunu oluşturdu.

Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra Osmanlı İmparatorluğu ordusunu yeniden düzenlerken yapılan en önemli işlerden biri Mekteb-i Fünun-ı Harbiye-i Şahane’ye 1848 yılında iki sınıfın daha (üçüncü ve dördüncü sınıflar) Erkân-ı Harbiye sınıfı adıyla ilavesi olmuştur. Bir müddet sonra bu sınıfların sayısı üçe çıkarıldı. Birtakım dersler ilave edildi.

1890’larda Osmanlı ordusuna gelen müşavirlerden Kaehler ve ardından gelen von der Goltz Paşa Harbiye ve bilhassa Erkân-ı Harb sınıflarındaki talebeleri umulmadık derecede bilgili bulmuşlardı: “Topçu sınıfı adeta yarı mühendisti. Coğrafya ve strateji bilgileri, mekanik üzerindeki teorileri adamakıllı gelişkindi. Lakin arazideki uygulamaları için aynı şey söylenemez” diyorlardı. Oysa günlük talim ve tatbikatın yapılması kaçınılmaz olmalıdır; sözü edilen noksan manevra gibi uygulamalar olmalıydı. Onların eksikliğinin ise başka nedenleri vardı.

Gerçek şu: Berlin Kongresi’nden sonra Alman askeri heyetleri II. Abdülhamid idaresi tarafından İngiltere, Fransa ve Rusya blokuna karşı bir gösteriş için getiriliyordu. Osmanlı subay sınıfı uzun zamandır, bilhassa Polonyalı ve Macar mülteci subayların zamanında iyi yetişmeye başlamıştı. Macaristan ve Polonya’nın bize sığınan subayları Osmanlıydı, Müslüman olmuşlar ve Türklüğü benimsemişlerdi; devlet ve toplumla daha fazla kaynaşıktılar. Von der Goltz Paşa gibilerinin askeri bilgisi Türk kurmaylarını çok etkiledi. Ama Esat Paşa, İsmet Bey, Ali Fuat Bey, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal Bey gibi subaylar Alman taraftarı değillerdi ve açıkça Alman askerlik bilgisini takdir etmekle birlikte fazla abartmadıkları açıktı.

Cihan Savaşı’nı en uzun yaşayan ordu Türklerinki

Mustafa Kemal Bey ve kuşağı savaşın içinde büyüdü. Yunan Savaşı’ndaki galebeden sonra seçkin kurmay sınıfına daha çok önem verildi ve Erkân-ı Harb Okulu’na daha çok talebe alındı. İkinci Meşrutiyet yıllarında Erkân-ı Harb Okulu, Yıldız Sarayı’nda bugün IRCICA’nın yanında yer alan Şehzadeler Dairesi’ne taşındı. Şu anda 4. Levent’te bulunuyor.

Birinci Cihan Savaşı’nın kurmay subayları genç komutanlardı. Bizim devletimiz ve toplumumuz için Birinci Cihan Savaşı 1911 ile 1920 yılları arasını kapsar. Bazıları sadece bir-iki yıl savaşan Avrupa ordularının aksine Cihan Savaşı’nı en uzun ve yaygın yaşayan ordu Türklerinkidir. Bu savaşa katılan genç komutanlar “yorgun savaşçı”lardı ama tecrübeliydiler. Bir bakıma genç yaşta diğer milletlerin yaşlı generalleri kadar tecrübe ve öngörü sahibi olmuşlardı. Uzun Birinci Cihan Savaşı’nın son safhasını, yani Kurtuluş Savaşı’nı mareşal rütbesiyle bitiren çağdaş komutanlar arasında Gazi Mustafa Kemal Paşa kadar bu rütbeyi haklı bir şöhret ve savaş tarzıyla edinen komutana o devirde az rastlanır.

Külliye mi yoksa kampüs mü?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yıldırım Bayezid Üniversitesi Esenboğa Kampüsü’nün açılış töreninde; “Kampüs değil külliye dersek daha isabetli olur” demiş. “Külliye” bugün Arap dünyasında Batı üniversitelerindeki fakülte karşılığında kullanılıyor. Üniversite karşılığı ise “camia” diye anılıyor. İranlılar fakülteye “danişgede”, üniversiteye “danişgâh” dediler. Osmanlı-Selçuki dünyasındaki külliyenin özellikle bugünkü kampüs veya üniversiteyle ilgisi yok değil ama değişik. Bir büyük camiin etrafındaki bedesten, imarethane, hamam, medreseler, darüşşifa veya bimaristandan oluşan büyük bir mimari komplekse külliye denirdi. Medrese veya kütüphane bu külliyenin içindeki bir unsurdu.


Bizde, kampüsün yerine yerleşke gibi bir kelimeyi güya buldular. Üniversite veya fakülteden hoşlanılmıyorsa bunun karşılığı hiçbir şekilde külliye olmamalı, daha geçerli bir tabir aramak lazım ve Cumhurbaşkanı’na da bu tabir önerilmeli. Doğu dünyasında da Araplardan başka kimse “külliye”yi kullanmıyor. O da kampüs ve üniversiteyi karşılamayan bir deyiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder