Yılbaşı
kutlamaları
“Yılbaşı
eğlenceleri sokağa taşarken şunu görüyoruz: Halkımız geç tanıştığı bu eğlenceyi
hakkıyla nezahat ve zarafetle sürdüremiyor”
Yeni yıla geldik dayandık. Yeni yılı
kutluyoruz. Yeni yılı kutlamak Batı dünyasına has bir eğlencedir ama sadece
eğlencedir çünkü takvim değişimi olan, 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece (San
Sylvestre gecesi diye bilinir) özgün bir kutlamaya sahne olmaz. Eğlencenin
belirli bir dini ritüeli yoktur. Kitleler istediği yerde istediği gibi yiyip
içerler ve hava çok berbat değilse sokaktan toplanmazlar.
Ailenin bir araya geldiği, belirli
âdetlerin uygulandığı ve muhteşem dini ayinlerin yapıldığı vakit 24 Aralık
gecesidir. Kilise o gün Hazreti İsa’nın Bettlehem’de insanlığı kurtarmak için
bu dünyaya gönderildiğine inanır. “Kelam et oldu” yani “Tanrı’nın hikmeti ve
cevheri ete kemiğe büründü, geldi” gibi bir anlam taşır. Arapça İncil’e göre
“Vuled lekum el yevme muhlise”, “Kurtarıcı bugün size doğdu”, yahut “Bugün size
doğan kurtarıcınızdır, halaskârdır”. Noel’i mutlaka ailece kutlayan insanlar
hemen ertesi gün kendi havasına dağılır. Kimi evine kapanır, kimi sayfiyeye
kaçar, turistik seferler artar. Tıpkı muayyen bir bayramın ilk gününde
yuvasında bulunmak için koşan, sonra başka yere kaçan İslam dünyasının
mensupları gibi.
Hayatımıza geç girdi
1 Ocak’ın yeni yılbaşı olması
Hıristiyanlığın ilk asırlarına ait bir olay değildir. Üstelik Hıristiyanlık
tutunduktan, hatta İmparator Konstantin tarafından resmen kabul edildikten ve
Theodosius tarafından resmen devlet dini yapıldıktan sonra bile takvimin
başlangıcı Roma şehrinin kuruluşu (Ab urbe condite MÖ 753) idi. 5’inci asır
sonunda Hazreti İsa’nın doğum tarihini takvim başlangıcı yapanlar, üstelik de
pek kesin olamayan bir tarihi milat olarak tespit edenler, Roma kilisesine
kuzeyden gelip dahil olan rahiplerdi. İskitli diye biliniyorlardı; bunlardan
biri Dionysius Exiguus 500’lü yıllarda takvimi İsa’nın doğumuna göre yeniden
düzenledi. Ve Anno Domini (AD) diye başlattı. Akdeniz dünyasının milletleri
eski uygulamalarından kolay vazgeçmezler, çünkü vazgeçilecek âdetler
değillerdir.
Türkiye’de Noel ve yılbaşı eğlencesi
İstanbul’da Beyoğlu ve mücavir semtlere, tabii ki imparatorluk taşrasında da
Hıristiyanların kalabalık olduğu kasaba ve taşralara aitti. Yılbaşı bizim
hayatımıza geç girdi. Yılın ilk günü olarak resmen tatil olsa da böyle bir
resmi balo veya resmi kabul söz konusu değildir.
Balo hayatımıza cumhuriyetle girmedi ama
cumhuriyetten önceki balolar, balo benzeriydi. Tanzimat döneminde Fransız
sefaretine davet edilen devlet adamlarımız; madamalarıyla hoplayan süferayı hiç
de “ciddi adamlar” olarak görmediler. Tabii İran sefaret erkânı ve Bâb-ı Âli
bürokrasisi böyle yerlere eşsiz giderdi. Dışarı tayin edilen sefirlerimiz ise
refikaları olmadan ilgili başkente sefer ederdi. Musurus Paşa ve gayrimüslim
sefirler bu kuralın istisnasıydı.
Türk halkının her kesimi artık eğlence
içinde
Birçok yönüyle Türk hayatını değiştiren
İttihatçılar bu alanda da sessiz bir
giriş yaptılar. Talat, Enver ve Cemal Paşalar ve diğer erkan balonun açılışını
refikalarıyla yaparlardı. Sonra ne mi olurdu, eşlerin dansa davet edilmesini
önlemek ve dost sefirlerin eşlerini dansa kaldırmaktan kurtulmak için rical
hanımları tek tek davetli sefireleri gezer, hal hatır sorarlardı. Böylece
sohbetle bir müddet daha süren balo, erkenden dağılırdı.
Büyük şehrin kozmopolit bölgelerinde
yılbaşı eğlencesi umumi kabul gördü ve yayıldı. Şurası bir gerçek; ne
yapılacağını ve nasıl eğlenileceğini de kimse pek bilemedi. Batılı hayat
tarzının ve eğlencenin bir gelişme programı olarak benimsendiği yıllarda
muhtelif kulüplerin ve cemiyetlerin tertiplediği balolar; yavaş yavaş içkili ve
alaturka musikili gece eğlencelerine dönüştü. Eskinin tangolu ve düetli
eğlenceleri bugün halay çekmeye kadar varmıştır.
Türk halkının her kesimi eğlence içindedir.
Uzun tuvaletlerin çarşılara kadar satıldığı bir memleket haline geldik. Bir
kültürel kalıbın yayılması basit bir iş değil. O kalıbı benimseyenlerin sayısı
arttıkça niteliği değişiyor ve yılbaşı eğlencesi sokağa doğru taştıkça insanlar
ya evlerinde eğleniyor ya da şehirden kaçıyor. Şurası bir gerçek: Halkımız daha
bir asır önce kendine ait olmayan bir eğlenceyi hakkıyla nezahat ve zarafetle
sürdürmeyi bilemiyor. Daha çok değişecek.
Kaynak: Milliyet Gazetesi

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder