11 Ocak 2015 Pazar

İlber Ortaylı Yazıları-4: Bağnazlığın Coğrafyası Yoktur!

Bağnazlığın coğrafyası yoktur

“Evet, bağnazlığın coğrafyası ve zamanı yoktur. Yarı cehalete dayanır ve beşeriyet için istenmeyen sonuçlar verir. Tıpkı Pakistan’ın Peşaver kentinde yapılan Taliban saldırısında olduğu gibi...”

smini zikretmek gerekmiyor, Kafkasya araştırmalarının önde gelen bir Fransız bilgini... Biz onunla bir sempozyumda tanıştığımızda herkes hayran olmuştu. Benedikten tarikatına bağlı bir keşişti. Onun yaşında ve fiziğindeki birçok genç adamın aksine, tarikatın kara cübbesi içindeydi. Terbiyeliydi. Bulunduğu manastırda onun gibi  yeryüzü coğrafyasının çeşitli dillerinin uzmanı başka keşişler de vardı.
Genç din adamının tebliği hayranlık uyandırdı. Sohbetlerdeki tevazu ve bilgisinin derinliği numune bir davranıştı; etrafındaki ne oldum delisi ve pazarlamacı ulemaya bunu ifade edenler oldu.

Dört sene kadar sonra Tiflis’teki bir seminerde ona rastladım. O zaman artık sivil kıyafetli bir profesördü. Tarikatın kendisini bunalttığını, bu nedenle âdet olduğu üzere papanın affıyla tarikatı terk ettiğini, evlendiğini ve bir kız çocuğu olduğunu söyledi. Görüşmenin izleyen bir safhasında Çeçen halkının sorunları konuşulurken, “Ailem ve küçük kızım olmasa gider onların yanında çarpışırdım” bile dedi.

Çocuklar katledildi

Bu derin meslektaşın duyguları ve kanaati ne yönde gitti bilemiyorum, bir daha kendisine rastlayamadım. Bir müddet sonra Kuzey Osetya’nın Beslan kentinde Çeçen gerilllalar bir okulu bastılar, sıcakta pişen çocukları rehin tuttular. Okul sözde beceriksiz diye ifade edilen Rus kontrterör birliği tarafından ele geçirildi, yüzlerce masum çocuk öldü ve yaralandı. Benzer olay daha kaba bir şekilde Peşaver kentinde tekrarlandı. Fransız uzmanın sempati ve düşünceleri ne oldu diye düşündüm.

Yılın son yazılarından birini ister istemez siyasi yazmak zorundayım. Olaylar gördüğünüz gibi zorluyor. Bağnazlığın coğrafyası ve zamanı yoktur. Yarı cehalete dayanır ve beşeriyet için istenmeyen sonuçlar verir. Mensuplarını insanlıktan çıkarır diyemeyeceğim. Çünkü hayvanlar yavrulara karşı sebepsiz cinayetler işlemez; katliamlar yapmaz. Sözünü ettiğim olay maalesef geçtiğimiz hafta Pakistan’da, Peşaver’de
subay lojmanlarının ortasındaki okula yapılan Taliban saldırısıdır. Pakistan ordusunun ve Başbakan Navaz Şerif’in her zaman da haklı olamayacak uygulamalarına karşı, subay çocuklarından intikam almak gibi bir eylem söz konusu. 150’ye yakın çocuk ve öğretmen Taliban militanları tarafından katledildi.

Dini inanç kirletiliyor

Şimdi, birtakım adamlar İslami bağnazlıktan söz eder. Batı’daki birtakım adamlar da doğuştan kutsal kiliseye adandıkları için şükrederler. Kafalarındaki çözüm, bizatihi çözümsüzlük denizidir. Bütün sorun çeyrek çepelek eğitim gören, Batı’daki metropollerin kenar mahallelerinde veya Doğu’nun kasabalarında marjinalleşen gençlerin meydana getirdiği çetelerin her türlü provokasyona kolayca yem olmalarıdır. Fakirin umudu olan dini inanç da soyguncu mekanizmalar tarafından kolayca kirletiliyor ve despot politikalar üretiliyor.



Küba son yıllarda Türk turistlerin de gözdelerinden oldu.



Che Guevara ve Fidel Castro (sağda).

Küba’da duvar yıkıldı

Küba’da 1958 yılını 59’a bağlayan gece devrim oldu. Diktatör Batista kovalandı. Hiç de kendilerinin komünist olduğunu ileri sürmeyen solcu gerillalar Küba’yı ele geçirdi. Aralarında Che Guevara da vardı.
O komünist olduğunu zannediyordu. Fidel Castro içinse Sovyet blokunda söylenen şey tecrübesiz bir genç olduğuydu.

Şartlar Küba’yı kendi yolunda yürümeye yöneltti. Guevara ve Castro zaman geçtikçe Batı dünyasında orta sınıfın ve üniversite gençliğinin arasında sempati kazanmaya başladı.

Castro’nun arzusu

Aradan yıllar geçti. Eğitim sorunu çözüldü. Tıbbi hizmetler dostun, düşmanın onaylayacağı derecede gelişti. Hatta bazı alanlarda örnek oldu. Ambargo uygulanıyordu. Amerika adayı işgal edememişti. İster istemez Rusya koruyucu baba oldu. Koruyuculuğun savunmanın ötesine geçmesi planlarını Kennedy yönetimi bir tehditle önledi. Kozlarından biri Türkiye’deki üslerdi. 1960’ların Türkiye’si değişikti. Eskisi gibi ses çıkarmayan bir yönetim söz konusu değildi. Amerika Türkiye’de eski Amerika da değildi.

Fidel Castro, Leyla Umar’ın betimlediği kadar sempatik ve renkli yönleri olan biriydi. Şüphesiz ki diktatördü. Şüphesiz ki tepesinde Demokles’in kılıcı vardı. Artık yaşlandı ve ölümü hissettiği anda kardeşini halef tayin etti. Avrupa’ya yanaşmak istedi. Amerika’nın sadece gücünden değil, hayat tarzındanda çekiniyordu. Küba tek başına kalamayacaksa bile Avrupa’nın bitişiğinde olmalıydı. İspanya’nın pek de parlak zekalı olmayan başbakanı Jose Maria Aznar, Castro’nun talep ve istemlerini kaba üslupla ağzına tıkayıverdi. Kabalığı bir yana bir devlet adamına yakışmayan mantıksızlığı da ortadaydı.

Türkiye’nin tavrı

Papa o tarihte II. Jean Paul’dü. Bazıları çok bayılırlar ama Jean Paul bir azizden çok, sert tutumlu bir öğretmendi. Ne Küba ne de öbür Güney Amerika ülkeleri Katolik Kilisesi’nden beklediklerini bulabildiler.

Küba’nın beklediği din adamı yaklaşımını Fener’deki Patrik Bartholomeos gösterdi. Bir kilise açılışı bahanesiyle kalktı Küba’ya gitti. Fazla gürültü çıkarmadan “Onlar yoksa biz varız” demeye getiriyordu. Castro kendisini pek sıcak karşıladı. Artık ambargo kalkıyormuş. Obama’yı yeni papa Francis ikna etmiş. Geç de kalsa iyi etmiş. Bazı Amerikalıların hâlâ eski tarz yürüdüğü anlaşılıyor. Dünya değişmiyor. Ama bazı noktalarda oynamalar var. Onları anlamayan fena kayar.

Küba’ya Batı dünyasıyla olan ilişkilerinde en olumlu davranışı gösterenlerden biri Türkiye Cumhuriyeti oldu. Onun bunun ambargosuna ve Aznar gibilerinin kıt zekalı politikalarına aldırış etmeden Havana’da çok önceden büyükelçilik açtık. İnsanlarımız Küba’yı sevip turistik seferlere çıktılar. Fena mı oldu? İyi ilişki her zaman faziletlidir. Küba’yı tekrar Amerikan kıskacına değil, Batı dünyasının içine

almak gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder