Bağnazlığın
coğrafyası yoktur
“Evet,
bağnazlığın coğrafyası ve zamanı yoktur. Yarı cehalete dayanır ve beşeriyet
için istenmeyen sonuçlar verir. Tıpkı Pakistan’ın Peşaver kentinde yapılan
Taliban saldırısında olduğu gibi...”
smini zikretmek gerekmiyor, Kafkasya
araştırmalarının önde gelen bir Fransız bilgini... Biz onunla bir sempozyumda
tanıştığımızda herkes hayran olmuştu. Benedikten tarikatına bağlı bir keşişti.
Onun yaşında ve fiziğindeki birçok genç adamın aksine, tarikatın kara cübbesi
içindeydi. Terbiyeliydi. Bulunduğu manastırda onun gibi yeryüzü coğrafyasının çeşitli dillerinin
uzmanı başka keşişler de vardı.
Genç din adamının tebliği hayranlık
uyandırdı. Sohbetlerdeki tevazu ve bilgisinin derinliği numune bir davranıştı;
etrafındaki ne oldum delisi ve pazarlamacı ulemaya bunu ifade edenler oldu.
Dört sene kadar sonra Tiflis’teki bir
seminerde ona rastladım. O zaman artık sivil kıyafetli bir profesördü. Tarikatın
kendisini bunalttığını, bu nedenle âdet olduğu üzere papanın affıyla tarikatı
terk ettiğini, evlendiğini ve bir kız çocuğu olduğunu söyledi. Görüşmenin
izleyen bir safhasında Çeçen halkının sorunları konuşulurken, “Ailem ve küçük
kızım olmasa gider onların yanında çarpışırdım” bile dedi.
Çocuklar katledildi
Bu derin meslektaşın duyguları ve kanaati
ne yönde gitti bilemiyorum, bir daha kendisine rastlayamadım. Bir müddet sonra
Kuzey Osetya’nın Beslan kentinde Çeçen gerilllalar bir okulu bastılar, sıcakta
pişen çocukları rehin tuttular. Okul sözde beceriksiz diye ifade edilen Rus
kontrterör birliği tarafından ele geçirildi, yüzlerce masum çocuk öldü ve
yaralandı. Benzer olay daha kaba bir şekilde Peşaver kentinde tekrarlandı.
Fransız uzmanın sempati ve düşünceleri ne oldu diye düşündüm.
Yılın son yazılarından birini ister istemez
siyasi yazmak zorundayım. Olaylar gördüğünüz gibi zorluyor. Bağnazlığın
coğrafyası ve zamanı yoktur. Yarı cehalete dayanır ve beşeriyet için istenmeyen
sonuçlar verir. Mensuplarını insanlıktan çıkarır diyemeyeceğim. Çünkü hayvanlar
yavrulara karşı sebepsiz cinayetler işlemez; katliamlar yapmaz. Sözünü ettiğim
olay maalesef geçtiğimiz hafta Pakistan’da, Peşaver’de
subay lojmanlarının ortasındaki okula
yapılan Taliban saldırısıdır. Pakistan ordusunun ve Başbakan Navaz Şerif’in her
zaman da haklı olamayacak uygulamalarına karşı, subay çocuklarından intikam
almak gibi bir eylem söz konusu. 150’ye yakın çocuk ve öğretmen Taliban
militanları tarafından katledildi.
Dini inanç kirletiliyor
Şimdi, birtakım adamlar İslami bağnazlıktan
söz eder. Batı’daki birtakım adamlar da doğuştan kutsal kiliseye adandıkları
için şükrederler. Kafalarındaki çözüm, bizatihi çözümsüzlük denizidir. Bütün
sorun çeyrek çepelek eğitim gören, Batı’daki metropollerin kenar mahallelerinde
veya Doğu’nun kasabalarında marjinalleşen gençlerin meydana getirdiği çetelerin
her türlü provokasyona kolayca yem olmalarıdır. Fakirin umudu olan dini inanç
da soyguncu mekanizmalar tarafından kolayca kirletiliyor ve despot politikalar
üretiliyor.
Küba son yıllarda Türk turistlerin de
gözdelerinden oldu.
Che Guevara ve Fidel Castro (sağda).
Küba’da duvar yıkıldı
Küba’da 1958 yılını 59’a bağlayan gece
devrim oldu. Diktatör Batista kovalandı. Hiç de kendilerinin komünist olduğunu
ileri sürmeyen solcu gerillalar Küba’yı ele geçirdi. Aralarında Che Guevara da
vardı.
O komünist olduğunu zannediyordu. Fidel
Castro içinse Sovyet blokunda söylenen şey tecrübesiz bir genç olduğuydu.
Şartlar Küba’yı kendi yolunda yürümeye
yöneltti. Guevara ve Castro zaman geçtikçe Batı dünyasında orta sınıfın ve
üniversite gençliğinin arasında sempati kazanmaya başladı.
Castro’nun arzusu
Aradan yıllar geçti. Eğitim sorunu çözüldü.
Tıbbi hizmetler dostun, düşmanın onaylayacağı derecede gelişti. Hatta bazı
alanlarda örnek oldu. Ambargo uygulanıyordu. Amerika adayı işgal edememişti.
İster istemez Rusya koruyucu baba oldu. Koruyuculuğun savunmanın ötesine
geçmesi planlarını Kennedy yönetimi bir tehditle önledi. Kozlarından biri
Türkiye’deki üslerdi. 1960’ların Türkiye’si değişikti. Eskisi gibi ses
çıkarmayan bir yönetim söz konusu değildi. Amerika Türkiye’de eski Amerika da
değildi.
Fidel Castro, Leyla Umar’ın betimlediği
kadar sempatik ve renkli yönleri olan biriydi. Şüphesiz ki diktatördü. Şüphesiz
ki tepesinde Demokles’in kılıcı vardı. Artık yaşlandı ve ölümü hissettiği anda
kardeşini halef tayin etti. Avrupa’ya yanaşmak istedi. Amerika’nın sadece
gücünden değil, hayat tarzındanda çekiniyordu. Küba tek başına kalamayacaksa
bile Avrupa’nın bitişiğinde olmalıydı. İspanya’nın pek de parlak zekalı olmayan
başbakanı Jose Maria Aznar, Castro’nun talep ve istemlerini kaba üslupla ağzına
tıkayıverdi. Kabalığı bir yana bir devlet adamına yakışmayan mantıksızlığı da
ortadaydı.
Türkiye’nin tavrı
Papa o tarihte II. Jean Paul’dü. Bazıları
çok bayılırlar ama Jean Paul bir azizden çok, sert tutumlu bir öğretmendi. Ne
Küba ne de öbür Güney Amerika ülkeleri Katolik Kilisesi’nden beklediklerini
bulabildiler.
Küba’nın beklediği din adamı yaklaşımını
Fener’deki Patrik Bartholomeos gösterdi. Bir kilise açılışı bahanesiyle kalktı
Küba’ya gitti. Fazla gürültü çıkarmadan “Onlar yoksa biz varız” demeye
getiriyordu. Castro kendisini pek sıcak karşıladı. Artık ambargo kalkıyormuş.
Obama’yı yeni papa Francis ikna etmiş. Geç de kalsa iyi etmiş. Bazı
Amerikalıların hâlâ eski tarz yürüdüğü anlaşılıyor. Dünya değişmiyor. Ama bazı
noktalarda oynamalar var. Onları anlamayan fena kayar.
Küba’ya Batı dünyasıyla olan ilişkilerinde
en olumlu davranışı gösterenlerden biri Türkiye Cumhuriyeti oldu. Onun bunun
ambargosuna ve Aznar gibilerinin kıt zekalı politikalarına aldırış etmeden
Havana’da çok önceden büyükelçilik açtık. İnsanlarımız Küba’yı sevip turistik
seferlere çıktılar. Fena mı oldu? İyi ilişki her zaman faziletlidir. Küba’yı
tekrar Amerikan kıskacına değil, Batı dünyasının içine
almak gerekir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder