Osmanlıcayı
öğretemezler
“Politikacılar
Osmanlıca için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi biraz incelemeye
başlayınca imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Fark etmez; imam hatiplerin
çoğunluğu Arapça gibi Osmanlıcayı da öğretemez”
Osmanlıca gündelik hayatımızda halk
arasında ve maalesef havas dediğimiz okumuşlar arasındada ayrı bir dil olarak
zikrediliyor. Giderayak tarih ve edebiyat fakültelerinde bile “Osmanlıca bilir”
gibi abes bir deyiş söz konusudur. Oysa Osmanlıca, Türkçenin sadece Arap
harfleriyle yazılmasıdır. Bunun ayrı bir dil olamayacağı çok açıktır. Nitekim
Türkçe; Aramca harflerden kaynaklanan Estrangelos benzeri Uygur harfleriyle,
Köktürk Runik alfabesiyle, yakın zamanlarda şimdi tamamen terk edilmekte olan
Kiril alfabesiyle hatta Anadolu’nun Karamanlı denen Türk Hıristiyanları
tarafından Yunan harfleriyle ve Ermeni harfleri ile yazıldı.
Osmanlıca denen dil bir dil değil, bir
bürokrat jargondur. Tıpkı orta zamandan yeni zamanlara geçerken Avrupalıların
yazı dillerinde birtakım Yunan-Latin deyimlerini kullanmaları ve barındırmaları
gibi bir olaydır. İngilizler bunlar atmayı denedi, başarılı olamadılar, daha
doğrusu ortaya çıkan ucube hoşlarına gitmedi. Macarlar ve Almanlar bir hayli
yol aldılar ama yine hukuk ve felsefe dünyası Yunan-Latin deyimlerinden
temizlenmiş değildir, hiç kimsenin temizlemeye de niyeti yoktur.
Türkçenin eski metinlerinin okunması ve
bilinmesi dar bir zümreye mahsus kalmamalıdır. Üstelik bu zümrenin de bu işi
iyi öğrenmediği açıktır. Ancak bizim kuşağın bazı tarihçileri ciddi bir
eğitimden geçtikleri için eski metinleri ustalıkla çevirmeyi öğrendiler. Bu
ciddi eğitimde yabancı hocalardan hatta yabancı dilde tarih eğitimi
görmelerinin payı vardır. Profesör Mübahat Kütükoğlu ve Mehmet Genç gibi imam
hatip eğitimi veya klasik Şark dilleri okumamış tarihçilerin Osmanlı
metinlerini yetkiyle okumalarında kendilerini arşivde yetiştirmeleri; ama her
şeyden evvel zaten geniş okuma yapan, tarih bilgileri geniş uzmanlar olmaları
asıl nedendir.
Mazideki Avrupalı Osmanistlerin başarıları
da onların Latince-Yunanca ve kendi dillerindeki tarihi edebi metinleri çok iyi
öğrenmelerinden ve bu alanda meleke kazanmalarından ileri gelir. Misal mi
istiyorsunuz; Paul Wittek aslen bir Romanistti. Birinci Büyük Harp’te Şam’da
yedek subaylık yaparken Türkçe öğrendi ve Osmanlıca metinlere girdi. Fekete
Lajos bütün Macar tarihçiler gibi Macar ve Latin vesikalarını tahlilde uzman
olduğu için Osmanlı diplomatikası ve paleografyası dediğimiz vesikalarını
tahlilde öncü bir rol oynamıştır.
Türkiye’nin yaşadığı facia
Bu yanıyla bakarsanız Osmanlı metinlerini
incelemenin başı ve sonu yoktur; bazı adamların ağzından düşmeyen bir yağ ve de
bu konuda geçerli olamaz. Eski toplumumuzun insanları hatta 1928’den önce lise
bitirenler bile bütün Osmanlı vesika ve metinlerini doğru ve yetkili olarak
okuyor değillerdi. Bunu bizim kuşağın mensupları bilir. Bir tarihte Tapu
Kadastro’daki vesikaları değerlendiren grupta siyakat yazı dediğimiz mali
kayıtların yazısını bazı genç tarihçilerin yaşlı neslin emeklilerinden daha
çabuk ve doğru okuduğunu bizzat gördüm. Oysa bugün Avrupa’da genç kuşak
tarihçiler eski kuşak şarkiyatçılar kadar ustalıkla metin kullanamıyorlar.
Çünkü hümanist eğitim dediğimiz ölü dillerde metin okuma alışkanlığını
tahsillerinde edinemediler.
Türkiye bu faciayı daha derin olarak
yaşıyor. İmam hatip liselerinde dahi yoğun Arapça hele Farsçadan hiç haber yok.
Üniversitelerde aslında geç dönemde başlayan eski metinleri değerlendirme de
eğitimin yeterince ciddi olmamasından dolayı zayıf gidiyor. Dil öğrenmeyen ve
yeterince çalışmayan kimseler 1928 Harf Devrimi’ni suçluyorlar.
Oysa Harf Devrimi ile Çinceden Latin harfli
bir dünyaya yahut piktografik yazıdan (resim yazısından) fonetik bir alfabeye
geçmiş değiliz. Avrupa’daki şarkiyat şubelerinde bölüme yeni giren talebelerin
daha ilk haftalarda söktükleri bu harfleri bizimkiler öğrenmezler. Öğrenemezler
demedim, çünkü merak ve sabır yoktur. Haftalarca ellerinden düşürmedikleri
iPhone’a harcadıkları enerjiyi Arap harflerine, İngilizce gramerine veya müzik
derslerindeki notalara ayırsalar ve harcasalar başarılı olabilirlerdi.
Zamanımızın politikacıları kolayı bulmuş;
Osmanlıca için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi biraz incelemeye
başlayınca imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Hiç fark etmez; imam hatiplerin
çoğunluğu Arapçayı nasıl öğretemiyorsa Osmanlıca dediğinizi de öğretemez. Çünkü
bu işler yöntem bilen hoca ister, öğrencinin de meraklısı gerekir. Sanat
okuluna, tarım enstitüsüne girecek öğrenciyi o kurumları açmadığınız için imam
hatibe yöneltirseniz, gerekli sabır ve meraka sahip gençleri bulamazsınız.
İyi hocalar gerekiyor
Ben bu memlekette 400 tane okulun binlerce
ve binlerce öğrencisine Osmanlıca öğretecek sayı ve nitelikte bir öğretmen
kalabalığı tanımıyorum, böyle bir şeyin varlığına da inanmıyorum. Buna
inandığını söyleyen milli eğitim otoriteleri bence ya hayal görüyorlar ya da
göz boyamaya çalışıyorlar.
Sosyal bilimlerde, hukukta, ilahiyatta
uzman yetiştirmek zordur. Batı’nın
18’inci ve 20’nci yüzyıl arasındaki en büyük başarılarından birisi
hümanist gymnasium’lar dediğimiz liselerdi. Buralarda dil, tarih, coğrafya eğitimine
önem verilirdi. Mesela İsveç’teki liselerde İkinci Büyük Savaş’tan evvel üç ölü
(Latince, Yunanca ve atalarının dili olan Norse), üç diri (İngilizce,
Fransızca, Almanca) dil öğretilirdi. Fransızlar, İtalyanlar ve Almanlar
Latinceyi mutlaka öğrenirlerdi.
Ciddiyetsiz bir hamle
Sivil-asker Osmanlı memurlarının sicili
ahvaldeki kayıtlarına bakarsanız muayyen miktardan Farsça öğretildiğini
görürsünüz. Fransızca 19’uncu yüzyılda birçok lisede iyi öğretilmeye çalışılır.
Bugünün Türkiye’sinde yabancı okullar dediğimiz yerlerde bile İngilizce,
Almanca, Fransızca gibi diller Latincesiz öğretilir. Türkiye’de nesillerin
tarih şuurunu ve edebiyat ustalığını kazandıracak tipte bir dil eğitimden uzak
kaldığı açıktır.
Çözüm fen liselerinin karşılığı olan edebiyat
liseleri ve bunlar gibi çokça dil öğretecek az sayıdaki imam hatiplerdi.
Maalesef bu ciddiyet politikacılar için benimsenmesi mümkün olmayan bir
tutumdur. Tasarlanan Türk edebiyat liselerinin adı sosyal bilime çevrildi (çok
iddialı bir başlık). Ardından sayıları sınırsız olarak artırıldı. Okullara
giren öğrenciler ise milli eğitimdeki memurlardan daha bilinçli ve istekli.
Osmanlıcayı öğrenmek istiyorlar ama bunun Farsçası ve Arapçası nerede? Batı
dillerini uzmanca öğrenmeleri gerekiyor, en azından 1940’larda denendiği gibi
bir parça Latince öğretecek adam nerede?
Bahsettiğim bu iki deney Osmanlıcanın da
nasıl öğretileceğinin şimdiden habercisidir. Kimse kışkırtıcı nutuklar atmasın,
bu tip nutuklar için yapacak savunma bile bulunamaz.
Gene bir ciddiyetsiz hamle devri
başlıyor. Yapılmak istenen Osmanlıca
öğretmek değil, bir gösteridir.
Az sayıda okulda, gerçekten imtihanla
alınan öğrencilere biraz Arapça, Farsça, Latince ve bir Avrupa dili
öğretilebilir.
Bu öğrencilere Osmanlıca da en âlâsından
talim ettirilir. Binlerce ve binlerce çocuğa Osmanlıca öğreteceğim demek bir
kere öğretmen kıtlığından dolayı onları her türlü edebiyat ve dil öğretiminden
soğutmak demektir. Türkiye’de Osmanlıca öğretecek insan sayısı şu anda
sınırlıdır. Seçkinci bir öğretimle gereği kadar öğrenciye Osmanlıca öğretilerek
bir gelişme sağlanabilir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder