11 Ocak 2015 Pazar

İlber Ortaylı Yazıları-5: Osmanlıcayı Öğretemezler

Osmanlıcayı öğretemezler

“Politikacılar Osmanlıca için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi biraz incelemeye başlayınca imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Fark etmez; imam hatiplerin çoğunluğu Arapça gibi Osmanlıcayı da öğretemez”

Osmanlıca gündelik hayatımızda halk arasında ve maalesef havas dediğimiz okumuşlar arasındada ayrı bir dil olarak zikrediliyor. Giderayak tarih ve edebiyat fakültelerinde bile “Osmanlıca bilir” gibi abes bir deyiş söz konusudur. Oysa Osmanlıca, Türkçenin sadece Arap harfleriyle yazılmasıdır. Bunun ayrı bir dil olamayacağı çok açıktır. Nitekim Türkçe; Aramca harflerden kaynaklanan Estrangelos benzeri Uygur harfleriyle, Köktürk Runik alfabesiyle, yakın zamanlarda şimdi tamamen terk edilmekte olan Kiril alfabesiyle hatta Anadolu’nun Karamanlı denen Türk Hıristiyanları tarafından Yunan harfleriyle ve Ermeni harfleri ile yazıldı.

Osmanlıca denen dil bir dil değil, bir bürokrat jargondur. Tıpkı orta zamandan yeni zamanlara geçerken Avrupalıların yazı dillerinde birtakım Yunan-Latin deyimlerini kullanmaları ve barındırmaları gibi bir olaydır. İngilizler bunlar atmayı denedi, başarılı olamadılar, daha doğrusu ortaya çıkan ucube hoşlarına gitmedi. Macarlar ve Almanlar bir hayli yol aldılar ama yine hukuk ve felsefe dünyası Yunan-Latin deyimlerinden temizlenmiş değildir, hiç kimsenin temizlemeye de niyeti yoktur.

Türkçenin eski metinlerinin okunması ve bilinmesi dar bir zümreye mahsus kalmamalıdır. Üstelik bu zümrenin de bu işi iyi öğrenmediği açıktır. Ancak bizim kuşağın bazı tarihçileri ciddi bir eğitimden geçtikleri için eski metinleri ustalıkla çevirmeyi öğrendiler. Bu ciddi eğitimde yabancı hocalardan hatta yabancı dilde tarih eğitimi görmelerinin payı vardır. Profesör Mübahat Kütükoğlu ve Mehmet Genç gibi imam hatip eğitimi veya klasik Şark dilleri okumamış tarihçilerin Osmanlı metinlerini yetkiyle okumalarında kendilerini arşivde yetiştirmeleri; ama her şeyden evvel zaten geniş okuma yapan, tarih bilgileri geniş uzmanlar olmaları asıl nedendir.

Mazideki Avrupalı Osmanistlerin başarıları da onların Latince-Yunanca ve kendi dillerindeki tarihi edebi metinleri çok iyi öğrenmelerinden ve bu alanda meleke kazanmalarından ileri gelir. Misal mi istiyorsunuz; Paul Wittek aslen bir Romanistti. Birinci Büyük Harp’te Şam’da yedek subaylık yaparken Türkçe öğrendi ve Osmanlıca metinlere girdi. Fekete Lajos bütün Macar tarihçiler gibi Macar ve Latin vesikalarını tahlilde uzman olduğu için Osmanlı diplomatikası ve paleografyası dediğimiz vesikalarını tahlilde öncü bir rol oynamıştır.

Türkiye’nin yaşadığı facia

Bu yanıyla bakarsanız Osmanlı metinlerini incelemenin başı ve sonu yoktur; bazı adamların ağzından düşmeyen bir yağ ve de bu konuda geçerli olamaz. Eski toplumumuzun insanları hatta 1928’den önce lise bitirenler bile bütün Osmanlı vesika ve metinlerini doğru ve yetkili olarak okuyor değillerdi. Bunu bizim kuşağın mensupları bilir. Bir tarihte Tapu Kadastro’daki vesikaları değerlendiren grupta siyakat yazı dediğimiz mali kayıtların yazısını bazı genç tarihçilerin yaşlı neslin emeklilerinden daha çabuk ve doğru okuduğunu bizzat gördüm. Oysa bugün Avrupa’da genç kuşak tarihçiler eski kuşak şarkiyatçılar kadar ustalıkla metin kullanamıyorlar. Çünkü hümanist eğitim dediğimiz ölü dillerde metin okuma alışkanlığını tahsillerinde edinemediler.

Türkiye bu faciayı daha derin olarak yaşıyor. İmam hatip liselerinde dahi yoğun Arapça hele Farsçadan hiç haber yok. Üniversitelerde aslında geç dönemde başlayan eski metinleri değerlendirme de eğitimin yeterince ciddi olmamasından dolayı zayıf gidiyor. Dil öğrenmeyen ve yeterince çalışmayan kimseler 1928 Harf Devrimi’ni suçluyorlar.

Oysa Harf Devrimi ile Çinceden Latin harfli bir dünyaya yahut piktografik yazıdan (resim yazısından) fonetik bir alfabeye geçmiş değiliz. Avrupa’daki şarkiyat şubelerinde bölüme yeni giren talebelerin daha ilk haftalarda söktükleri bu harfleri bizimkiler öğrenmezler. Öğrenemezler demedim, çünkü merak ve sabır yoktur. Haftalarca ellerinden düşürmedikleri iPhone’a harcadıkları enerjiyi Arap harflerine, İngilizce gramerine veya müzik derslerindeki notalara ayırsalar ve harcasalar başarılı olabilirlerdi.

Zamanımızın politikacıları kolayı bulmuş; Osmanlıca için önce bütün liselere dediler, kıyamet kopup işi biraz incelemeye başlayınca imam hatiplerle sınırlıyız diyorlar. Hiç fark etmez; imam hatiplerin çoğunluğu Arapçayı nasıl öğretemiyorsa Osmanlıca dediğinizi de öğretemez. Çünkü bu işler yöntem bilen hoca ister, öğrencinin de meraklısı gerekir. Sanat okuluna, tarım enstitüsüne girecek öğrenciyi o kurumları açmadığınız için imam hatibe yöneltirseniz, gerekli sabır ve meraka sahip gençleri bulamazsınız.

İyi hocalar gerekiyor

Ben bu memlekette 400 tane okulun binlerce ve binlerce öğrencisine Osmanlıca öğretecek sayı ve nitelikte bir öğretmen kalabalığı tanımıyorum, böyle bir şeyin varlığına da inanmıyorum. Buna inandığını söyleyen milli eğitim otoriteleri bence ya hayal görüyorlar ya da göz boyamaya çalışıyorlar.

Sosyal bilimlerde, hukukta, ilahiyatta uzman yetiştirmek zordur. Batı’nın  18’inci ve 20’nci yüzyıl arasındaki en büyük başarılarından birisi hümanist gymnasium’lar dediğimiz liselerdi. Buralarda dil, tarih, coğrafya eğitimine önem verilirdi. Mesela İsveç’teki liselerde İkinci Büyük Savaş’tan evvel üç ölü (Latince, Yunanca ve atalarının dili olan Norse), üç diri (İngilizce, Fransızca, Almanca) dil öğretilirdi. Fransızlar, İtalyanlar ve Almanlar Latinceyi mutlaka öğrenirlerdi.

Ciddiyetsiz bir hamle

Sivil-asker Osmanlı memurlarının sicili ahvaldeki kayıtlarına bakarsanız muayyen miktardan Farsça öğretildiğini görürsünüz. Fransızca 19’uncu yüzyılda birçok lisede iyi öğretilmeye çalışılır. Bugünün Türkiye’sinde yabancı okullar dediğimiz yerlerde bile İngilizce, Almanca, Fransızca gibi diller Latincesiz öğretilir. Türkiye’de nesillerin tarih şuurunu ve edebiyat ustalığını kazandıracak tipte bir dil eğitimden uzak kaldığı açıktır.

Çözüm fen liselerinin karşılığı olan edebiyat liseleri ve bunlar gibi çokça dil öğretecek az sayıdaki imam hatiplerdi. Maalesef bu ciddiyet politikacılar için benimsenmesi mümkün olmayan bir tutumdur. Tasarlanan Türk edebiyat liselerinin adı sosyal bilime çevrildi (çok iddialı bir başlık). Ardından sayıları sınırsız olarak artırıldı. Okullara giren öğrenciler ise milli eğitimdeki memurlardan daha bilinçli ve istekli. Osmanlıcayı öğrenmek istiyorlar ama bunun Farsçası ve Arapçası nerede? Batı dillerini uzmanca öğrenmeleri gerekiyor, en azından 1940’larda denendiği gibi bir parça Latince öğretecek adam nerede?

Bahsettiğim bu iki deney Osmanlıcanın da nasıl öğretileceğinin şimdiden habercisidir. Kimse kışkırtıcı nutuklar atmasın, bu tip nutuklar için yapacak savunma bile bulunamaz.
Gene bir ciddiyetsiz hamle devri
başlıyor. Yapılmak istenen Osmanlıca öğretmek değil, bir gösteridir.
Az sayıda okulda, gerçekten imtihanla alınan öğrencilere biraz Arapça, Farsça, Latince ve bir Avrupa dili öğretilebilir.

Bu öğrencilere Osmanlıca da en âlâsından talim ettirilir. Binlerce ve binlerce çocuğa Osmanlıca öğreteceğim demek bir kere öğretmen kıtlığından dolayı onları her türlü edebiyat ve dil öğretiminden soğutmak demektir. Türkiye’de Osmanlıca öğretecek insan sayısı şu anda sınırlıdır. Seçkinci bir öğretimle gereği kadar öğrenciye Osmanlıca öğretilerek bir gelişme sağlanabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder