11 Ocak 2015 Pazar

İlber Ortaylı Yazıları-2: Akdeniz'e Yeni Yılda Bakış

Akdeniz’e yeni yılda bakış

“Son birkaç yıldır Suriye, Filistin, Mısır ve Libya’yı ziyaret edemiyoruz. Mezopotamya’yı görecek cesarete sahip olana aşk olsun. Umarım yakında gezebiliriz”

Akdeniz dünyası medeniyetlerin beşiğidir. Doğuda aşağı yukarı kıyıdan birkaç yüz kilometre içeri girdiğinizde; Suriye’nin Ebla kazılarında rastladığınız kültür çevresi, biraz daha doğuya ilerlediğiniz vakit Dicle-Fırat arasında yani adı üzerinde Mezopotamya insanlığın bilinen en eski uygarlığıyla birleşir. Bu bereketli havza Basra’ya kadar uzanır. Güneyinde ise Nil mansabı M.Ö. 5000’den beri bize yazılı bir biçimde kendisini anlatır. Nil’in kaynağını, Mısır’a çıkan General Bonaparte heyetleri bile keşfedememişti. Ancak 19’uncu asrın ikinci yarısında Victoria Gölü olduğu anlaşıldı. Bu süre içinde tarım buralarda başladı gibi görünüyordu. Çok uzak değil, araştırmalara göre Anadolu olduğu anlaşıldı.

Akdeniz çevresine hükmeden ilk imparatorluk: Roma

Hiyerogliften Latin alfabesine kadar Akdeniz çevresindeki milletlerin hepsi aynı hece sistemine dayanan fonetik alfabeyi kullanır. Uygarlıkların ortak yönleri devlet idaresinden, âdetlerden dini inanışlara kadar uzanır.

Akdeniz çevresi bugünkünün aksine tarihte bir yönetimin, hatta bir ortak dilin kullanımında yaşamıştır. İran Ahamaniş İmparatorluğu ta Hint sınırlarından Anadolu’nun İyonya’sına, hatta M.Ö. 5’inci asırda Atina’yı işgal ettiğine göre Yunanistan’a kadar, oradan Asurya ve Mısır’a kadar hükmetmişti. Basra Körfezi, Yemen ve Habeş kıyılarını da zaman zaman işgal ettikleri malum. Ta Müslümanların fethine kadar bugünkü Irak aslında İran medeniyetinin elindeydi. İran diller halitasıydı. Eski Pehlevi (bugünkü Farsçanın babası) Ermenice, Yunanca tarafından izlenirdi.

Yunan dili bütün Anadolu kıyılarında en verimli zamanlarını İran satrablarının idaresi altındayken yaşadı. Mısır’ın Kobt dili firavunların döneminden Hellenistik devre, oradan da Müslümanların fethine ve Kıbti Hıristiyan gruplar tarafından, Memlukler devrinin ortalarına kadar konuşulan bir dildi. Bugün sadece kilisede kullanılıyor.

İran Akdeniz’in doğusuna hâkimdi, tabii ki İtalya ve daha batısı onun hâkimiyetinde değildi. Tarihte Akdeniz çevresine hükmeden ilk imparatorluk Roma oldu. Roma başkentindeki Pantheon’da (tanrılar birliği demektir) yer alan Anadolu’nun, Mısır’ın, Yunan ve Roma dünyasının bütün tanrıları bu büyük birliği gösterir. Roma’nın imparatorluk dili Latinceydi. Ama doğuda Yunanca da en verimli ve yaygın dönemini Romalılarla yaşadı. İmparatorluğun doğusunda Yunan diliyle seyahat etmek, ticaret yapmak, hatta yönetmek ve ilim yapmak mümkündü. Bu dil miladın 7’nci asrına kadar da bu vasfıyla yaşadı.

Aramca denen dil M.Ö. 2’nci asırda çok daha geç devirlere kadar Güneydoğu Anadolu’da, Irak’ta, Suriye ve Filistin’de konuşulur ve yazılırdı. Hz. İsa’nın dahi konuştuğu bu dil İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda önce onu konuşan Yahudi nüfusun İsrail’e göçüyle sonra da yeni Arap milliyetçiliğinin etkisiyle sadece kiliseye kapandı. Akdeniz’in dillerine yerel diller demek mümkün değildi. Bunların her biri dili esas konuşan kabilelerin dışında da yaygındı ve beynelmilel vasfı vardı.

Roma, Sezar’ın fethiyle imparatorluğa katıldı. Hesabın, geometrinin âlâsını onlar biliyordu. Hellenistik devirde Kadıköylü hekim Herofilos’un Mısır’a göçmesiyle Mısırlı rahiplerin yanında Yunan tıbbı gerçek anatomiyi ve teşhiri tanıdı. Anatomi aslında Orta Çağ Padua’sının değil eski çağ İskenderiye’sinin beşeriyete hediyesi olan bir ilim ve sanattır.

Romalılar gerçek vergilendirmeyi ve maliyeyi Mısır’da öğrendiler ve dolayısıyla gerçek bir imparatorluk oldular. Roma Akdeniz’dir. Muasır dünyanın hukuku da hâlâ muazzam su kemerleriyle görünen mimariside büyük kubbeli anıtları da o imparatorluğun Akdeniz dünyasında bıraktığı mirastır. Beşeriyet eski Yunan’ı da, eski Mısır’ı da, Mezopotamya’yı da o sayede bir araya getirmiştir. Halefi de Akdeniz etrafında büyüyen İslam dünyasıydı.

Türkler yeni bir yüz kazandırdı

Akdeniz’in çevresinde hiç kimse Roma kadar yaygın yaşayamadı. İmparatorları, filozofları ve mimarları bile ya İspanya’dan ya İllirya’dan (bugünkü Adriyatik, Arnavutluk), Arabistan’dan ve Libya’dan (Septimius Severus) çıkmıştır. Napolyon bu dünyayı birleştiremedi. Mısır’da yenildi ve çekildi. İngiltere’nin hiç de öyle Napolyon’unki gibi romantik ve uçuk idealleri yoktu. Gayet gerçekçi ve faydacıydı. Ortadoğu onun gelişiyle dünyaya hakikaten açıldı ve bugünkü çıkmaza da saplandı.

Osmanlı kozmopolit yapısı itibariyle Roma gibiydi. Bütün Kuzey Afrika’yı, Mısır’ı, Ortadoğu’yu, Mezopotamya ve Balkanlar’ı aldı. Fatihin ordularını İtalya’ya Otranto’ya gönderişi (1480) biten bir nokta oldu. Ama o imparatorluğun ruhunu devam ettiren ve bir Müslüman Roma’sı yaratan
son güç Osmanlılardır.


Türkler bu dünyaya tarihin en geç adım atan Akdenizlileridir. Ama büyük ve çabuk bir fütuhatla bu medeniyeti benimseyen ve yeni bir yüz kazandıran tarihi uluslardandır. Kudüs’ü 1516 yılının aralık ayında Yavuz Sultan Selim aldı. 400 sene sonra bir aralık ayında da çekildik. O günden beri hiç kimsenin Ortadoğu’ya daha iyi bir düzen getirdiğini söylemek mümkün değildir. Hele şu son birkaç yılın olayları içinde ne Suriye’ye gidebiliyor, ne Filistin’de rahat bir ziyaret gerçekleştirebiliyor, ne Mısır’da oturup eğitim ve araştırma yapabiliyor nede Libya kıyılarında en iyi muhafaza edilmiş Roma şehri olan Septimius Severus’un doğduğu Leptis Magna’nın tadına varabiliyoruz. Beşeriyet tarihinin ilk muhteşem basamağı Mezopotamya’yı görecek cesarete sahip olana aşk olsun. Gelecek yıllarda inşallah yaşadığımız bu dünyayı daha rahat gezip sahiplenebiliriz.


kaynak: Milliyet Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder